11 Mayıs 2014

Gel'me

Ücra köşelerde derme çatma yapılmış bir gecekondunun duvarlarından sızan rutubet kokusuydu tenin.. Çürütüyordun içten içe. Ama gidecek yeri olmayan bi evsiz için bulunmaz nimetti sızdığın duvarlar.
Binlerce insan tanısam da iflah olmayacak bir özlemdi sana duyduğum. Geçecek sanmıştım.
Öyle demiyor muydu Tibet'te bir rahip? Kilisede bir papaz? Camide bir imam?
Hepsi "sabret, senin sınavın ne ise elbet geçecek" demiyorlar mıydı?
Geçmiyordu!
Lanet olası dünyada ne kadar çok yaşarsan yaşa, nereye gidersen git, ne içersen iç olmuyordu. Üçüncü derece yanıktın sen etime işlemiş.
Merhem yoktu.
Seni unutmak istemiyordum ki ben. Seni unutmak ihanetti. Oysa ki ihanet bu aşkın

 (-ha siktir aşk mı bu?-)
seni anlatan kısmı olmalıydı.
Ayakkabısının ucu yırtılmış bir berduş, her şeyi buyuran bir Zerdüşt'le nasıl kapışabilirdi?
Uyku ilaçları, sigaralar, rakılar..
Tonlarca içilen rakılar. Olmuyordu işte. Küçük bir evin tahta görünümlü çelik kapısını açıyor, başka başka başkalarına bel bağlıyor, kafanı dumanla dolduruyor sonra ilk otobüsle eve dönüyordu (n,m).
Tırnaklarımı kesiyor, dini ritülellere göre toprağa gömüyordum.

 Nizami olarak anne babama saygı gösteriyor, gazetemi okuyor, yeni bir dil öğreniyor, işimi seviyor 
ve üç öğün kedileri besliyordum.
Ama geçmişinle düzüştüğümün herifi sen geri gelmiyordun.
Sen geri gelsen ben, itinayla hazırladığım, iki yumurtayı beyazıyla hafifçe karıştırdığım omletli, 

taze demlenmiş çaylı, kızarmış ekmekli kahvaltı masasında ölü bulunacağım.
Sen geri gelsen, cümlelerimi cebimden çıkartıp portmantoya asacağım.
Sen geri gelsen, ben hayatı olduğu yerde alnından vuracağım.
Sen geri gel' Sen
Sen geri gel'
Sen geri gel'me,
Çay soğudu.. seni çok özledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder